PREMATURE BEBEK GÜNCESİ
Ben
520 gr dünyaya getirdiğim minik bir mucizenin annesiyim. Anlatacağım hikâyede
belki de kendini bulacaksın ama yaşamadıysan asla anlayamayacaksın. Benim
geçtiğim yollardan geçmediysen mücadele kelimesinin aslında senin bildiğin gibi
bir şey olmadığının farkına varacaksın. Bebeğinin defalarca kez kalp
atışlarının yavaşlayıp nefes alışının durduğunu gözleriyle görmüş bir anneyim
aynı zamanda. Umut, zafer, acı, şükür, gözyaşı ve mutluluk dolu bir doğum hikayesi
okuyacaksın az sonra. Bir gün senin de başına gelirse sakın korkma sadece
bebeğine inan… O sana doğru yolu gösterecek ve ikiniz tüm olmaz denilenleri bir
kenara atıp emin adımlarla yürümeye devam edeceksiniz…
Daha sağlıklı, daha güçlü, daha azimli olacaksınız!
Eşimle
uzun süren flört dönemimizin sonunda 2012 yılının ocak ayında evlendik.
Balayından döndüğümüzde iyi bir kadın doğum uzmanına görünüp bebek yapmayı
istiyorduk ikimizde. Benim için çok erkendi herkese göre ama ben hazırdım. Anne
olmak istiyordum. Yapmam gereken bir sürü şey vardı aslında yüksek lisans
programları araştırıyordum bir yandan öte yandan çok taze evliydik ama ben
kararımı çoktan vermiştim. Mart ayında ailenin hemen tüm kadınlarının
doğumlarını yaptıran doktordan randevu almıştık. İlk randevunun sonucunda hemen
gebe kalamayabileceğimi öğrendiğimde soğuk duş etkisi yaratmıştı ama üstesinden
gelemeyeceğimiz bir durum olmadığını öğrendik. Polikistik over hastasıydım ve
çok ciddi adet düzensizliklerim vardı aynı zamanda hormonlarımda şaşırmış
durumdaydı. 6 ay sürecek bir doğum kontrol ilacı kullanmam gerekiyordu. Hemen
başladım. 6 ay dolar dolmaz tekrar doktorumun muayenenesine koştuk. Kistler
kontrol altına alınmış ve kaybolmuşlardı. Artık bebek yapmamızdaki engel
ortadan kalkmış görünüyordu. Doktorum doğal yollarla hamile kalabileceğimi
söyledi ve işi akışına bırakmamızı önerdi. Bir sonraki ay gebelik testi yapmak
için bekliyordu bizi. O ay bitmek bilmedi ve adetim gecikmişti. Eşimle birlikte
el ele gittik test yaptırmak için fakat 2 saat sonra aldığımız sonuçla birlikte
adeta yıkılmıştım. Negatifti. herkes beni teselli etmek için uğraştıysa da
kimse başarılı olamadı. Her gün ağlıyordum. Sürekli kadın portallarına girip
polikistik olan kadınların nasıl hamile kaldığını araştırıyordum. Bir sonraki
ay yumurta geliştirici ilaçlar ve yumurta çatlatıcı iğneler kullandım ama yine
koca bir negatif kaldı geriye. İyice paniklemiştim aklımda hep aynı soru: ya
bebeğim olmazsa? Bir sonraki ay aşılama yöntemini denemeye karar verdik. Her
şey harika görünüyordu. Yumurtalarım artık istenildiği gibi büyüyüp
çatlayabiliyordu ama olmadı tekrar negatif. Bir sonraki ay tekrar aşılama ve
tekrar negatif! Artık kontrolümü kaybetmiştim tek düşündüğüm şey hamile kalıp
bebeğimi dünyaya getirmekti. Tüp bebek denemek istediğimi söyledim eşime o da
pek sıcak bakmasa da aslında benim için endişeleniyordu. Doktoruma
söylediğimizde çok erken cevabını aldık ama beni artık çok iyi tanıdığından
kabul etmek sorunda kaldı. Yeni yıl gelmişti.. Ocak ayı itibari ile tüp bebek
tedavisi start aldı ve bitmek bilmeyen iğneler tahliller ultrasonlar içinde 20
gün geride kaldı sıra geldi yumurta toplama işlemlerine 18 yumurtanın 14ü
döllenebildi ve sadece 3 tanesi 3. Gün sonunda gelişebildiler. 3ü de transfer
edildi. 21 Ocak 2013 günü hastaneden evimize tam 5 kişi olarak dönmüştük… 5 gün
boyunca sadece tuvalet ihtiyaçlarım için yataktan çıktım hep uzanır pozisyonda
elimde ultrason kağıdı bebeklerimle konuştum. 10. Gün test için laboratuvara
gittiğimizde erken kan testi ile sonucu aldık. Hamileydim! Sevinç çığlıkları
kahkahalar ve gözyaşlarımızla müjdemizi verdik ailelerimize… Allahım dualarımı
kabul etmişti değerlerim çok güzel katlanarak artıyordu keseyi ve kalp
atışlarını da duysak bu iş tamamdı geriye sadece 9 ay beklemek bebek bakım
kitapları okumak bolca alışveriş yapmak evi bebeğe göre düzenlemek baby shower
organize etmek kalıyordu! Yani bana göre öyle olmalıydı…
Kızımın
kalp atışlarını duyduktan 1 hafta sonra yani hamileliğimin 8.haftasında
şiddetli bir kanama geçirdim. 2 gece hastanede yatmama ve progestoron iğneleri
olmama rağmen kanama13. Haftama kadar devam etti. 5 hafa boyunca hiç kalkmadan
istirahat ettim ve her gün progesteron iğnesi vuruldum. Bunların hiç biri
önemli değildi benim için yeter ki bebeğim beni bırakmasın içimde büyüme devam
etsin ben yatmaya razıyım diyordum. Bu sırada ikili test vakti gelmişti. İkinci
panik dalgası bizi daha fazla sarsmaya yetmişti. Testin sonucuna göre bebeğim
250/1 down sendromlu olabilirdi. Ve amniyon sıvısı olması gerektiğinden daha
azdı. Doktorumun yönlendirmesiyle perinatoloji uzmanından randevumuzu aldık ve
detaylı ultrasona girmeye karar verdik. Ertesi gün 3 saat süren ve bebeğimin
mesanesinden parmaklarına burnundan tüm damarlarında dolaşan kanın miktarını
gösteren bir cihazla tanışmıştık:doppler. Endişelenilen bir şey olmadığını gerekirse
18. Haftada amniyosentez yapabileceğimizi öğrenip biraz sakinleşmeye karar
verdik. Zaman hızla geçiyordu 18. Haftanın sonunda doppler bize bebeğimizin
kalbinde ve bağırsaklarında bir parlaklık olduğunun haberini verdi. Artık
amniyosentez kaçınılmazdı ve hiç istemeye istemeye karnımdan o kocaman iğnenin
girmesine bebeğime zarar verme olasılığını bile bile izin vermek zorundaydım.
Kritik sonuçları 3 gün sonra alacaktık fakat o 3 günün bana 3 asır gibi
geldiğini anlatmaya kelimelerim yeterli olmuyor maalesef… Her şey güzel olacak
diye telkin ediyordum kızımı ağladığımı asla çaktırmadan. Sonuçlar temiz
çıkmıştı artık keyifle hamileliğimin tadını çıkarabilirdim. Kızım için
hazırlıklar yapmaya başlayabilirdim. Ama içim yine de rahat değildi. Çünkü 23.
Haftada perinatoloji uzmanı beni tekrar
görmek istediğini söylemişti preeklampsi şüphesi görmüştü.
28Haziran
2013.. Hiç bitmeyecek sandığımız kabusun başladığı ilk gün. O günden önce
başımıza gelenlerin içimizde hep bir açıklaması vardı sanki istenilenleri yapınca
hemen düzeliverecek her şey yoluna giriverecek gibi geliyordu ama o gün… Artık
bebeğimi besleyemediğimi karnımda hiç büyümediğini hala 20. Haftada gözüktüğünü
400 gr civarında olduğunu ve bu şartlarda hiçbir hastanenin kabul etmeyeceğini
derhal üniversite hastanesi kontrolüne girmem gerektiğini bebeğimin çok uzun
bir küvöz süreci yaşayabileceğini(tabi şansı varsa) anlatıyorlardı bana.
Ağlamaktan dinleyemiyor yazılı olarak vermelerini istediğimi hatırlıyorum
sadece. Gerisi kocaman bir boşluk… dipsiz kuyulara atılmışım gibi hissediyordum..
Bir anne karnındaki savunmasız sadece ona muhtaç bir bebeği nasıl besleyemez?
Hem de o kadar istemişten! Kim şimdi
bunun sorumlusu? Tabi ki benim! Ben nasıl bir anneyim ki bebeğim benim yüzümden
oksijensiz kalıyor gereken besini alamıyor! Bu ve bunlar gibi daha bir çok
gelgitlerim oldu hep derim annelik vicdan azabıdır diye…
1
Temmuz 2013.. İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesinin yolunu tuttuk eşimin
arkasına saklanmışım korkuyorum duymak istemiyorum anlatacaklarını. O zamana
kadar bir an önce doğurmak isterdim artık istemiyordum kızım hep benimle kalsın
almasınlar benden istiyorum. İlk
muayenemde evet amniyon sıvısı nerdeyse tükenmiş ama az da olsa bebeğe giden
kan akımı devam ediyormuş. Bu durum bize zaman kazandırabilirmiş. Belki 30.
Haftaya kadar bile dayanırmışız. Ya dayanamazsak? Bebeğimi eve gittiğim zaman
karnımda kaybedebilirmişim kasılmalarım sıklaşırsa kalbi dayanamayıp
duruverirmiş aynı zamanda beynine de oksijen gitmeyebilir beyin kanaması
geçirebilirmiş bu durum çok ciddi sorunlara yol açabilirmiş bağırsakları
gelişmediği için doğar doğmaz ameliyata alabilirmiş akciğerleri gelişmediğinden
aylarca makineye bağlı kalabilirmiş…
Beynim karıncalanıyor midem bulanıyor boğazımı sıkıyorlardı sanki nefes
alamıyordum benim kulaklarım doğru mu işitiyordu? Nasıl kaldırır benim küçük
kızım bu kadarını ben nasıl dayanırdım? Tüm bunların başımıza gelme ihtimalinin
olması bile tüm gücümü emiyordu… Vakit artık geçmek bilmiyordu sanki hep aynı
zaman diliminde yaşıyordum o günden sonra dünya çok yavaş dönüyordu benim için
bakışlarım donuklaşmış algılarım kapanmıştı. İnsanlar bir şey sorduğunda cevap
dahi veremiyordum. Telefonlara çıkmıyor kimseyle konuşmak istemiyordum.
Ağlamıyordum artık.
9
Temmuz 2013.. Umutsuzluğa kapılmadım mı?
Hem de çok… Saatlerce elim karnımda kızım hareket etsin diye bekliyordum. Ama çoğu
zaman kımıldamıyordu. Korkularım beni daha da içine kapanık birisine
dönüştürmüştü. Şehir dışından gelen annem ve kayınvalidem yavaş yavaş kızım
için aldığımız tulumları patikleri hurçlara koyup yatak altlarına kaldırmaya
başlamışlardı. Bunu yazması bile çok güç geliyor şu anda ama hiç kimse iç açıcı
bir şey söylemiyordu. Hep en kötüsüne hazırlamaya çalışıyorlardı beni. Çapa’da
kontrolüm haftada bir Salı günleriydi. Riskli gebelikler servisine bavulumla
gitmiştim yatırma ihtimallerine karşılık ama minnacık da olsa şansımız devam
ediyordu. Kızım 40 gr kadar almıştı hala ümit vardı…
16
Temmuz 2013… Her şey yokuş aşağı yuvarlanmaya devam ediyordu. Sona çok
yaklaşmıştık. Hastaneye yatış işlemlerimin başlatılmasına karar verilmişti. O günden
sonra her saat dopplere girmem gerekiyordu. Odaya çıktım ve aylardır yaptığım
gibi soluma yatmaya devam ettim. Hemşirenin bir tanesi ciğer geliştirici iğne
vuruyordu bir diğeri tansiyonumu ölçüyordu. Tansiyonum hamileliğim boyunca hiç
yükselmedi ve idrarımda beklenildiği gibi protein kaçağına rastlanmadı. Ama yine
de bu benim preeklampsi olmadığım anlamına gelmiyordu. Sabahları aynı saatte
hasta bakıcı tekerlekli sandalye ile beni almaya geliyordu. Karnıma jelin
sürülmesini beklerken bile yüreğim ağzıma geliyordu. Asistanların kalp atışı
normal demesiyle gözlerimden yaşlar süzülüveriyordu istemsizce. Nst cihazına
bağlı yaşamaya başlamıştım bu arada. Sonuçları bir iyi bir kötü geliyordu. Kızımın
kalp çöküşleri sınırda seyrediyordu. 5 defa üst üste gerçekleşmesini
bekliyorlardı. Yüzümde oksijen maskesiyle daha çok nefes almaya çalışıyordum
öyle zamanlarda belki bebeğime ufacıkta olsa faydam dokunur diye. Gecelerce nstye
bağlı kaldım hiçbir şeye yememe izin vermediler yattığım yerden kalkmama da.
24
Temmuz 2013… gece 22.50 kızım dünyaya geldi. Doğar doğmaz entübe edilip
yenidoğan yoğun bakım servisine çıkarıldı. Sezeryan narkozundan ayılırken
defalarca aynı soruyu sordum: yaşıyor mu? İnanmak istiyordum görmek istiyordum
dokunmak istiyordum. Hamileyken herkese tembih etmiştim bebeğime benden başka
kimsenin dokunmasına izin vermeyecektim ilk ben kucağıma alacak ben
dokunacaktım. Hangisi planladığım gibiydi ki bu olsun. 520 gr doğmuş bir
bebekti beni kızım bu gerçeği bana söylemeye cesaret edememiş olacaklar ki hep
geçiştirdiler. Ta ki hemşirenin doğum bilekliğimizi koluma takmasıyla öğrendim
520 gr bir kız bebek doğurduğumu. Çok araştırmıştım hiç bu kadar küçük bir
bebeğin yaşadığını sağlıkla büyüdüğünü okumamıştım. Ameliyat sancılarımdan çok
kızımdan haber alamıyor olmak yakmıştı canımı. Bana ihtiyacı vardı ama ben
yanına gidemiyordum. Günün aydınlanmasıyla birlikte hemşireler bebeğim için
anne sütüne ihtiyaç duyduklarını göğsümü
sağmam gerektiğini söylediler. Evladını hiç görmeden kokusunu bilmeden süt
nasıl gelirdi ki anneden? Gelirmiş demek ki… nerdeyse verdikleri kabın tamamını
doldurup yoğunbakım kapısına gittim İstanbulluoğlu bebeğin annesiyim ben dedim
ve ekledim kızımın adı Beliz… Üzerime mavi bir önlük geçirdiler eşimin kolunda
yattığı küvöze doğru yürüdüm. Gözümle gördüğüm benim kızımdı ve minicik bir
kedi yavrusu kadardı sadece. Hala şoktaydım ve ayakta durmakta zorluk
çekiyordum küvözüne kapandım ve elimi içine sokup henüz tırnakları bile
oluşmamış parmaklarına dokundum. Doktorları oluşabilecek komplikasyonları bir
bir sıralıyorlardı. Ama ben hiç birini bilmek istemiyordum.
Kritik 72 saati geride bırakmıştık. İlk kakasını
yapmış ve çekilen ultrasonda beyin kanaması geçirmediğini öğrenmiştik. Yavaş yavaş
yoluna girmeye başlıyordu her şey. Ama daha önümüzde çok uzun bir yol vardı. 3
saatte bir gece gündüz süt sağıyordum ve sadece dua ediyordum. Elimden gelen
başka hiçbir şey yoktu. Beliz doğduktan 8 gün sonra kucağıma alabildim ve 16
gün sonra benim sütümle beslenmeye başladı. Eğer premature bir bebek dünyaya
getirmişseniz aldığı 10 gramla sevinçten çığlık atabilir verdiği 20 gramla
dünyalar başınıza yıkılabilir. Neye sevinip neye üzüleceğimiz belli olmadan
birbirini kovalayan 58 koca gün geçirdik hastane koridorlarında. Bitmek bilmeyen
göz muayeneleri ilk seferde geçemediği işitme testi kan arayışlarımız içinde
beni tek teselli eden artık kızımı her gün kucağıma veriyor olmalarıydı. Ona dışarıda
nasıl bir hayatın onu beklediğini birlikte çok güzel günler yaşacağımızı bir
sürü mutlu anılar biriktireceğimizi onu sevmekten asla vazgeçmeyeceğimi hastanenin
bıraktığı tüm kötü izleri unutturacağımı anlatıyordum bıkmadan.
20
Eylül 2013… Elimizde pusetimizle gittik hastaneye. Birkaç saatin sonunda 3 kişi
olarak ayrılacaktık oradan. Gözlerimiz dolu dolu içimiz kıpır kıpır tüm gece
heyecandan uyumamıştık. Arabanın içinde giderken kızım seni almaya geliyorum
diye çığlıklar attığımı hatırlıyorum… Bu sefer şans bize de gülmüştü
kazanmıştık… Kızımızın yaşadığı tüm acıların geride kalacağına dair bir söz
vermiştim ona ve bugün itibari ile sözümü tutmama bir adım kalmıştı. Arkamıza bile
bakmadan kaçar gibi çıktık hastaneden. Evimize girdikten sonra 20 Eylül bizim
miladımız oldu.
Bizim
hikayemiz mutlu sonla bitenlerden oldu şükürler olsun. Yaradana sual olmazmış
neden diye elbet bir bildiği var denirmiş.
520 gram 32 cm doğan kızım artık evinde
düzeltilmiş olarak 13 aylık. 9,5kilo ve 80 cm. dört gözle yürümesini bekliyoruz
şimdilerde. Bu yazıyı yazmak tekrar o günlere dönmek benim için hiç kolay
olmadı defalarca ara vermek zorunda kaldım boğazım düğümlendi nefes alamadığım
anlar oldu. Ben kızıma her zaman inandım ve asla pes etmedim. Mucize bebeklerin
mucize anneleriyiz bizler. Asla vazgeçmeyiz.
Bebeklerimiz için onların sağlıkla büyümeleri için yapamayacağımız hiçbir şey
yok bunu biliyorum. Gücümüzü bebeklerimizden alıyoruz çünkü onlar hayata bu
kadar sıkı tutunmuş mucizelerken sen sakın kendini hafife alma çünkü bu kadar
güçlü bir bebeği sen dünyaya getirdin!!!