11 Kasım 2014 Salı

Beliz'e kavuşma hikayem

PREMATURE BEBEK GÜNCESİ
Ben 520 gr dünyaya getirdiğim minik bir mucizenin annesiyim. Anlatacağım hikâyede belki de kendini bulacaksın ama yaşamadıysan asla anlayamayacaksın. Benim geçtiğim yollardan geçmediysen mücadele kelimesinin aslında senin bildiğin gibi bir şey olmadığının farkına varacaksın. Bebeğinin defalarca kez kalp atışlarının yavaşlayıp nefes alışının durduğunu gözleriyle görmüş bir anneyim aynı zamanda. Umut, zafer, acı, şükür, gözyaşı ve mutluluk dolu bir doğum hikayesi okuyacaksın az sonra. Bir gün senin de başına gelirse sakın korkma sadece bebeğine inan… O sana doğru yolu gösterecek ve ikiniz tüm olmaz denilenleri bir kenara atıp emin adımlarla yürümeye devam edeceksiniz… Daha sağlıklı, daha güçlü, daha azimli olacaksınız!
Eşimle uzun süren flört dönemimizin sonunda 2012 yılının ocak ayında evlendik. Balayından döndüğümüzde iyi bir kadın doğum uzmanına görünüp bebek yapmayı istiyorduk ikimizde. Benim için çok erkendi herkese göre ama ben hazırdım. Anne olmak istiyordum. Yapmam gereken bir sürü şey vardı aslında yüksek lisans programları araştırıyordum bir yandan öte yandan çok taze evliydik ama ben kararımı çoktan vermiştim. Mart ayında ailenin hemen tüm kadınlarının doğumlarını yaptıran doktordan randevu almıştık. İlk randevunun sonucunda hemen gebe kalamayabileceğimi öğrendiğimde soğuk duş etkisi yaratmıştı ama üstesinden gelemeyeceğimiz bir durum olmadığını öğrendik. Polikistik over hastasıydım ve çok ciddi adet düzensizliklerim vardı aynı zamanda hormonlarımda şaşırmış durumdaydı. 6 ay sürecek bir doğum kontrol ilacı kullanmam gerekiyordu. Hemen başladım. 6 ay dolar dolmaz tekrar doktorumun muayenenesine koştuk. Kistler kontrol altına alınmış ve kaybolmuşlardı. Artık bebek yapmamızdaki engel ortadan kalkmış görünüyordu. Doktorum doğal yollarla hamile kalabileceğimi söyledi ve işi akışına bırakmamızı önerdi. Bir sonraki ay gebelik testi yapmak için bekliyordu bizi. O ay bitmek bilmedi ve adetim gecikmişti. Eşimle birlikte el ele gittik test yaptırmak için fakat 2 saat sonra aldığımız sonuçla birlikte adeta yıkılmıştım. Negatifti. herkes beni teselli etmek için uğraştıysa da kimse başarılı olamadı. Her gün ağlıyordum. Sürekli kadın portallarına girip polikistik olan kadınların nasıl hamile kaldığını araştırıyordum. Bir sonraki ay yumurta geliştirici ilaçlar ve yumurta çatlatıcı iğneler kullandım ama yine koca bir negatif kaldı geriye. İyice paniklemiştim aklımda hep aynı soru: ya bebeğim olmazsa? Bir sonraki ay aşılama yöntemini denemeye karar verdik. Her şey harika görünüyordu. Yumurtalarım artık istenildiği gibi büyüyüp çatlayabiliyordu ama olmadı tekrar negatif. Bir sonraki ay tekrar aşılama ve tekrar negatif! Artık kontrolümü kaybetmiştim tek düşündüğüm şey hamile kalıp bebeğimi dünyaya getirmekti. Tüp bebek denemek istediğimi söyledim eşime o da pek sıcak bakmasa da aslında benim için endişeleniyordu. Doktoruma söylediğimizde çok erken cevabını aldık ama beni artık çok iyi tanıdığından kabul etmek sorunda kaldı. Yeni yıl gelmişti.. Ocak ayı itibari ile tüp bebek tedavisi start aldı ve bitmek bilmeyen iğneler tahliller ultrasonlar içinde 20 gün geride kaldı sıra geldi yumurta toplama işlemlerine 18 yumurtanın 14ü döllenebildi ve sadece 3 tanesi 3. Gün sonunda gelişebildiler. 3ü de transfer edildi. 21 Ocak 2013 günü hastaneden evimize tam 5 kişi olarak dönmüştük… 5 gün boyunca sadece tuvalet ihtiyaçlarım için yataktan çıktım hep uzanır pozisyonda elimde ultrason kağıdı bebeklerimle konuştum. 10. Gün test için laboratuvara gittiğimizde erken kan testi ile sonucu aldık. Hamileydim! Sevinç çığlıkları kahkahalar ve gözyaşlarımızla müjdemizi verdik ailelerimize… Allahım dualarımı kabul etmişti değerlerim çok güzel katlanarak artıyordu keseyi ve kalp atışlarını da duysak bu iş tamamdı geriye sadece 9 ay beklemek bebek bakım kitapları okumak bolca alışveriş yapmak evi bebeğe göre düzenlemek baby shower organize etmek kalıyordu! Yani bana göre öyle olmalıydı…
Kızımın kalp atışlarını duyduktan 1 hafta sonra yani hamileliğimin 8.haftasında şiddetli bir kanama geçirdim. 2 gece hastanede yatmama ve progestoron iğneleri olmama rağmen kanama13. Haftama kadar devam etti. 5 hafa boyunca hiç kalkmadan istirahat ettim ve her gün progesteron iğnesi vuruldum. Bunların hiç biri önemli değildi benim için yeter ki bebeğim beni bırakmasın içimde büyüme devam etsin ben yatmaya razıyım diyordum. Bu sırada ikili test vakti gelmişti. İkinci panik dalgası bizi daha fazla sarsmaya yetmişti. Testin sonucuna göre bebeğim 250/1 down sendromlu olabilirdi. Ve amniyon sıvısı olması gerektiğinden daha azdı. Doktorumun yönlendirmesiyle perinatoloji uzmanından randevumuzu aldık ve detaylı ultrasona girmeye karar verdik. Ertesi gün 3 saat süren ve bebeğimin mesanesinden parmaklarına burnundan tüm damarlarında dolaşan kanın miktarını gösteren bir cihazla tanışmıştık:doppler. Endişelenilen bir şey olmadığını gerekirse 18. Haftada amniyosentez yapabileceğimizi öğrenip biraz sakinleşmeye karar verdik. Zaman hızla geçiyordu 18. Haftanın sonunda doppler bize bebeğimizin kalbinde ve bağırsaklarında bir parlaklık olduğunun haberini verdi. Artık amniyosentez kaçınılmazdı ve hiç istemeye istemeye karnımdan o kocaman iğnenin girmesine bebeğime zarar verme olasılığını bile bile izin vermek zorundaydım. Kritik sonuçları 3 gün sonra alacaktık fakat o 3 günün bana 3 asır gibi geldiğini anlatmaya kelimelerim yeterli olmuyor maalesef… Her şey güzel olacak diye telkin ediyordum kızımı ağladığımı asla çaktırmadan. Sonuçlar temiz çıkmıştı artık keyifle hamileliğimin tadını çıkarabilirdim. Kızım için hazırlıklar yapmaya başlayabilirdim. Ama içim yine de rahat değildi. Çünkü 23. Haftada perinatoloji uzmanı  beni tekrar görmek istediğini söylemişti preeklampsi şüphesi görmüştü.
28Haziran 2013.. Hiç bitmeyecek sandığımız kabusun başladığı ilk gün. O günden önce başımıza gelenlerin içimizde hep bir açıklaması vardı sanki istenilenleri yapınca hemen düzeliverecek her şey yoluna giriverecek gibi geliyordu ama o gün… Artık bebeğimi besleyemediğimi karnımda hiç büyümediğini hala 20. Haftada gözüktüğünü 400 gr civarında olduğunu ve bu şartlarda hiçbir hastanenin kabul etmeyeceğini derhal üniversite hastanesi kontrolüne girmem gerektiğini bebeğimin çok uzun bir küvöz süreci yaşayabileceğini(tabi şansı varsa) anlatıyorlardı bana. Ağlamaktan dinleyemiyor yazılı olarak vermelerini istediğimi hatırlıyorum sadece. Gerisi kocaman bir boşluk… dipsiz kuyulara atılmışım gibi hissediyordum.. Bir anne karnındaki savunmasız sadece ona muhtaç bir bebeği nasıl besleyemez? Hem de o kadar istemişten!  Kim şimdi bunun sorumlusu? Tabi ki benim! Ben nasıl bir anneyim ki bebeğim benim yüzümden oksijensiz kalıyor gereken besini alamıyor! Bu ve bunlar gibi daha bir çok gelgitlerim oldu hep derim annelik vicdan azabıdır diye…
1 Temmuz 2013.. İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesinin yolunu tuttuk eşimin arkasına saklanmışım korkuyorum duymak istemiyorum anlatacaklarını. O zamana kadar bir an önce doğurmak isterdim artık istemiyordum kızım hep benimle kalsın almasınlar benden istiyorum.  İlk muayenemde evet amniyon sıvısı nerdeyse tükenmiş ama az da olsa bebeğe giden kan akımı devam ediyormuş. Bu durum bize zaman kazandırabilirmiş. Belki 30. Haftaya kadar bile dayanırmışız. Ya dayanamazsak? Bebeğimi eve gittiğim zaman karnımda kaybedebilirmişim kasılmalarım sıklaşırsa kalbi dayanamayıp duruverirmiş aynı zamanda beynine de oksijen gitmeyebilir beyin kanaması geçirebilirmiş bu durum çok ciddi sorunlara yol açabilirmiş bağırsakları gelişmediği için doğar doğmaz ameliyata alabilirmiş akciğerleri gelişmediğinden aylarca makineye bağlı kalabilirmiş…  Beynim karıncalanıyor midem bulanıyor boğazımı sıkıyorlardı sanki nefes alamıyordum benim kulaklarım doğru mu işitiyordu? Nasıl kaldırır benim küçük kızım bu kadarını ben nasıl dayanırdım? Tüm bunların başımıza gelme ihtimalinin olması bile tüm gücümü emiyordu… Vakit artık geçmek bilmiyordu sanki hep aynı zaman diliminde yaşıyordum o günden sonra dünya çok yavaş dönüyordu benim için bakışlarım donuklaşmış algılarım kapanmıştı. İnsanlar bir şey sorduğunda cevap dahi veremiyordum. Telefonlara çıkmıyor kimseyle konuşmak istemiyordum. Ağlamıyordum artık.
9 Temmuz 2013..  Umutsuzluğa kapılmadım mı? Hem de çok… Saatlerce elim karnımda kızım hareket etsin diye bekliyordum. Ama çoğu zaman kımıldamıyordu. Korkularım beni daha da içine kapanık birisine dönüştürmüştü. Şehir dışından gelen annem ve kayınvalidem yavaş yavaş kızım için aldığımız tulumları patikleri hurçlara koyup yatak altlarına kaldırmaya başlamışlardı. Bunu yazması bile çok güç geliyor şu anda ama hiç kimse iç açıcı bir şey söylemiyordu. Hep en kötüsüne hazırlamaya çalışıyorlardı beni. Çapa’da kontrolüm haftada bir Salı günleriydi. Riskli gebelikler servisine bavulumla gitmiştim yatırma ihtimallerine karşılık ama minnacık da olsa şansımız devam ediyordu. Kızım 40 gr kadar almıştı hala ümit vardı…
16 Temmuz 2013… Her şey yokuş aşağı yuvarlanmaya devam ediyordu. Sona çok yaklaşmıştık. Hastaneye yatış işlemlerimin başlatılmasına karar verilmişti. O günden sonra her saat dopplere girmem gerekiyordu. Odaya çıktım ve aylardır yaptığım gibi soluma yatmaya devam ettim. Hemşirenin bir tanesi ciğer geliştirici iğne vuruyordu bir diğeri tansiyonumu ölçüyordu. Tansiyonum hamileliğim boyunca hiç yükselmedi ve idrarımda beklenildiği gibi protein kaçağına rastlanmadı. Ama yine de bu benim preeklampsi olmadığım anlamına gelmiyordu. Sabahları aynı saatte hasta bakıcı tekerlekli sandalye ile beni almaya geliyordu. Karnıma jelin sürülmesini beklerken bile yüreğim ağzıma geliyordu. Asistanların kalp atışı normal demesiyle gözlerimden yaşlar süzülüveriyordu istemsizce. Nst cihazına bağlı yaşamaya başlamıştım bu arada. Sonuçları bir iyi bir kötü geliyordu. Kızımın kalp çöküşleri sınırda seyrediyordu. 5 defa üst üste gerçekleşmesini bekliyorlardı. Yüzümde oksijen maskesiyle daha çok nefes almaya çalışıyordum öyle zamanlarda belki bebeğime ufacıkta olsa faydam dokunur diye. Gecelerce nstye bağlı kaldım hiçbir şeye yememe izin vermediler yattığım yerden kalkmama da.
24 Temmuz 2013… gece 22.50 kızım dünyaya geldi. Doğar doğmaz entübe edilip yenidoğan yoğun bakım servisine çıkarıldı. Sezeryan narkozundan ayılırken defalarca aynı soruyu sordum: yaşıyor mu? İnanmak istiyordum görmek istiyordum dokunmak istiyordum. Hamileyken herkese tembih etmiştim bebeğime benden başka kimsenin dokunmasına izin vermeyecektim ilk ben kucağıma alacak ben dokunacaktım. Hangisi planladığım gibiydi ki bu olsun. 520 gr doğmuş bir bebekti beni kızım bu gerçeği bana söylemeye cesaret edememiş olacaklar ki hep geçiştirdiler. Ta ki hemşirenin doğum bilekliğimizi koluma takmasıyla öğrendim 520 gr bir kız bebek doğurduğumu. Çok araştırmıştım hiç bu kadar küçük bir bebeğin yaşadığını sağlıkla büyüdüğünü okumamıştım. Ameliyat sancılarımdan çok kızımdan haber alamıyor olmak yakmıştı canımı. Bana ihtiyacı vardı ama ben yanına gidemiyordum. Günün aydınlanmasıyla birlikte hemşireler bebeğim için anne sütüne ihtiyaç duyduklarını  göğsümü sağmam gerektiğini söylediler. Evladını hiç görmeden kokusunu bilmeden süt nasıl gelirdi ki anneden? Gelirmiş demek ki… nerdeyse verdikleri kabın tamamını doldurup yoğunbakım kapısına gittim İstanbulluoğlu bebeğin annesiyim ben dedim ve ekledim kızımın adı Beliz… Üzerime mavi bir önlük geçirdiler eşimin kolunda yattığı küvöze doğru yürüdüm. Gözümle gördüğüm benim kızımdı ve minicik bir kedi yavrusu kadardı sadece. Hala şoktaydım ve ayakta durmakta zorluk çekiyordum küvözüne kapandım ve elimi içine sokup henüz tırnakları bile oluşmamış parmaklarına dokundum. Doktorları oluşabilecek komplikasyonları bir bir sıralıyorlardı. Ama ben hiç birini bilmek istemiyordum.
 Kritik 72 saati geride bırakmıştık. İlk kakasını yapmış ve çekilen ultrasonda beyin kanaması geçirmediğini öğrenmiştik. Yavaş yavaş yoluna girmeye başlıyordu her şey. Ama daha önümüzde çok uzun bir yol vardı. 3 saatte bir gece gündüz süt sağıyordum ve sadece dua ediyordum. Elimden gelen başka hiçbir şey yoktu. Beliz doğduktan 8 gün sonra kucağıma alabildim ve 16 gün sonra benim sütümle beslenmeye başladı. Eğer premature bir bebek dünyaya getirmişseniz aldığı 10 gramla sevinçten çığlık atabilir verdiği 20 gramla dünyalar başınıza yıkılabilir. Neye sevinip neye üzüleceğimiz belli olmadan birbirini kovalayan 58 koca gün geçirdik hastane koridorlarında. Bitmek bilmeyen göz muayeneleri ilk seferde geçemediği işitme testi kan arayışlarımız içinde beni tek teselli eden artık kızımı her gün kucağıma veriyor olmalarıydı. Ona dışarıda nasıl bir hayatın onu beklediğini birlikte çok güzel günler yaşacağımızı bir sürü mutlu anılar biriktireceğimizi onu sevmekten asla vazgeçmeyeceğimi hastanenin bıraktığı tüm kötü izleri unutturacağımı anlatıyordum bıkmadan.
20 Eylül 2013… Elimizde pusetimizle gittik hastaneye. Birkaç saatin sonunda 3 kişi olarak ayrılacaktık oradan. Gözlerimiz dolu dolu içimiz kıpır kıpır tüm gece heyecandan uyumamıştık. Arabanın içinde giderken kızım seni almaya geliyorum diye çığlıklar attığımı hatırlıyorum… Bu sefer şans bize de gülmüştü kazanmıştık… Kızımızın yaşadığı tüm acıların geride kalacağına dair bir söz vermiştim ona ve bugün itibari ile sözümü tutmama bir adım kalmıştı. Arkamıza bile bakmadan kaçar gibi çıktık hastaneden. Evimize girdikten sonra 20 Eylül bizim miladımız oldu.
Bizim hikayemiz mutlu sonla bitenlerden oldu şükürler olsun. Yaradana sual olmazmış neden diye elbet bir bildiği var denirmiş.

 520 gram 32 cm doğan kızım artık evinde düzeltilmiş olarak 13 aylık. 9,5kilo ve 80 cm. dört gözle yürümesini bekliyoruz şimdilerde. Bu yazıyı yazmak tekrar o günlere dönmek benim için hiç kolay olmadı defalarca ara vermek zorunda kaldım boğazım düğümlendi nefes alamadığım anlar oldu. Ben kızıma her zaman inandım ve asla pes etmedim. Mucize bebeklerin mucize anneleriyiz bizler.  Asla vazgeçmeyiz. Bebeklerimiz için onların sağlıkla büyümeleri için yapamayacağımız hiçbir şey yok bunu biliyorum. Gücümüzü bebeklerimizden alıyoruz çünkü onlar hayata bu kadar sıkı tutunmuş mucizelerken sen sakın kendini hafife alma çünkü bu kadar güçlü bir bebeği sen dünyaya getirdin!!!

4 Ekim 2013 Cuma

Tüm samimiyetim ve içtenliğimle; Merhaba...

Yaklaşık 9 aydır  içinde bulunduğum durumu, ruh halimi, duygularımı kaleme almak istedim fakat cesaret edemedim. Fakat şu anda yaşadıklarımı paylaşmanın doğru zaman olduğuna inanıyorum. Öncelikle taze bir anneyim ve ve aynı zamanda prematüre bir anneyim. Çünkü bebeğim de öyle... Hamileliğimi sadece 28 hafta yaşayabildim kızım da sadece 28 hafta ana rahmindeydi. Tahmin edersiniz ki bu ikimiz içinde oldukça zordu. Birbirimizden çok erken ayrılmak yani.
Uzun bir hikaye yazmaya hazırlanıyorum ben... Bir gün her annenin başına gelebilecek zorlukları belki umut olabilecek detayları,anıları paylaşacağım. Çünkü başıma gelen bu talihsiz olayın sebebini sonucunu ararken çok zorlandım. Zannettim ki bir tek benim başıma böyle bir felaket gelmiş. Fakat işin içerisine girdiğimizde aslında öyle değilmiş. Herkesin bir hikayesi varmış ama anlatmamış. Mucize annelerin mucize bebeklerini elimden geldiğimce vakit bulduğumca kendi dünyamdan aktarmaya çalışacağım. Pek iç acıcı hikayeler olmayacak belki ama sonuna vardığımızda benimle birlikte tüm okuyanların derin bir oh çekeceğine inanıyorum.